Bilimler Arası Dayanışmayı Güçlendirmeliyiz
Prof.Dr.Musa Kazım Arıcan 2022-07-01
Yaşanan acıyı paylaşmak, -belki buradan oraya tıbbi destek veya buradaki acının başka bir yerde paylaşılması gibi- bugün içinden geçtiğimiz sürecin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Artık rengimizin, dilimizin, milliyetimizin, inancımızın ne olduğu önemli değildir. Bu nitelikler kişiye özgüdür. İnsanlık olarak aidiyet oluşturması bakımından, bir kimlik ve kişilik oluşturan bu hususlar artık bir adım geride kaldı; sadece insan olmanın ne kadar değerli olduğunu ortak paydada bizlere göstermektedir.
İnsan olma değerinin, insanlığın ortak paydasının ne kadar önemli olduğunu görmekteyiz. 65 yaş üstü yaşlıların kendi başına evinde ya da hastanelerde yer bulamayıp, ölmeleri karşısında biz büyük bir acı hissetmekteyiz. İnancınız ne olursa olsun, dininiz ne olursa olsun bu duruma acı duymamanız mümkün değildir. Bu bir hayvan da olabilir, başka canlı varlık da olabilir. Aslında bu durum bize bazı insani duyguları da yeniden hatırlatmakta ve insan olmamızın önemi, insan varoluşunun anlamlandırılması gibi konular önem arz etmektedir.
Bu bağlamda felsefenin güncel konulara değinmesi önemlidir. Ülke açısından düşünecek olursak, evlerde aile ortamlarının yeniden keşfedilmesi, ailelerin birbirleriyle daha yakınlaşması gibi unsurlar belki insanın kendine yetip yetmeyeceğini, insanın yalnız kalabileceğini, bazen kendisini kenara çekmesini, hayatın bu akış hızını -ki çağ öyle bir hale gelmişti ki artık hızla yarışılan bir çağ idi- göstermiştir. Hiçbir şeyin artık sınırı kalmamıştı. Hazlar, hızlar o kadar baş döndürücü olarak gidiyordu ki aslında Covid- 19 ‘Durun. İnsanlar, nereye gidiyorsunuz? Kendinize gelin. Evinize çekilin. Bir nefes alın.’ dedi. Fabrikalar durdu. İşler durdu. Bu hız olmadan da hayatın devam ettiğini gördük. Haftalarca eve kapanarak yaşayabileceğimizi de gördük. Dolayısıyla hayat felsefelerini, belki de dünya görüşlerini yeniden gözden geçirmek gerekir.
Diğer önemli bir konu; Üniversitelerdeki felsefe bölümleri, ülkemizin ya da dünyanın sorunlarını gerçek anlamıyla tartışan bölümler midir, bu konuda iki şeyi birbirinden iyi ayırt etmek gerekmektedir. İlk olarak, akademik bir zeminde lisans ve yüksek lisans düzeyinde takip edilmesi gereken ve belli bir misyon kazandırmak amacıyla yürütülen felsefe dersleri, felsefe çabaları olacaktır. Öyle ki bir de öğrenmemiz gereken ve asıl peşinde olmamız gereken konu şudur ki bir ülkedeki felsefeci ve filozof dediğimiz, felsefe kaygısı taşıyan kişiler ne tür konuları sorun olarak ele almaktadırlar.
Felsefe, Türkiye’de yalnızca bizim anlattıklarımız kadar değildir. Biz, genel olarak özellikle Türkiye’de daha tarihsel ya da daha antropolojik felsefi problemlerle boğuşmaktayız. Hala Kant’ı, Aristoteles’i anlamaya çalışmaktayız. Elbette, bunlar olmadan olmaz fakat onlar üzerinden bugünün sorunlarını nasıl çözmeliyiz, buna odaklanmalıyız.
Örneğin, günlük yapılan işler durdu. Herkes evine çekildi. İnsanların, eğer bir memuriyeti yoksa nasıl geçineceği, ödemelerini nasıl yapacağı, kazancını nasıl elde edeceği gibi konular söz konusudur. Tüm bunlar insanın sorunudur ve felsefesinin merkezinde de insan vardır.
Bugün, içinde bulunduğumuz toplumun ya da dünyanın sorunlarına bir anlam arayışı ve etik bağlamında da yaklaşamamaktayız. İnsanların eve çekilmesi ile birlikte, bazı insanlar yalnızlık hissetmektedir. Yalnızlıkla baş etmek nasıl bir şeydir? Bu durum, bir gün ya da iki gün sürecek bir durum değildir. Öyle ki herkes kitap okumuyor, herkes televizyon izlemiyor olabilir. Bununla birlikte, birçok insan belki de ölümü kendisine bu kadar yakın hissetmektedir. Şu an bile, bugün görüştüğümüz birisinin yarın değerlerinin pozitif çıkıp pandeminin bir kurbanı olmayacağına garanti etmek mümkün değildir. Örneğin ölümden konuşmuyoruz. Şu an, ‘virüs bana bulaştığında ölürsem ne olur?’ kaygısı taşıyan bu yüzden ölmekten korkan insanlar vardır.
Bu kaygılar, sadece psikolojik değildir. Bizim artık bu Pandisiplin dediğimiz bütüncül bakışları yakalamamız gerekmektedir. Hayır, bu felsefenin, sosyolojinin, siyasetin konusudur diyerek bu parçacı yaklaşımlar da bir kenara bırakılmalıdır.
Bu konuda öncelikle Virüs nedir? sorusu ile başlanabilir. Bir mikrobiyolog kadar olmasa bile en azından bu anlaşılabilir. Bunun yanı sıra, Pandemi nedir, neden salgına dönüşür? Neden bu kadar yayılır? Her virüs yayılır mı? Bu virüs neden yayılıyor? Gibi sorular ele alınabilir. Elbette, pandemi, normal bir salgın değil, küresel bir salgın. Bugün, bir tıpçı kadar bu okumaları yapabiliriz. Bu noktada, bilgiye erişim konusunda bir sorunumuz olmadığını, bilgileri artık beraberce okuyup üzerine kafa yormamız gerektiğini düşünmekteyim. Bir tıpçı, bir felsefi konuya çok farklı bir yaklaşım getirebilir. Bir mühendis, felsefi bir probleme çok farklı perspektifle kafa yorabilir.
Bir felsefecinin de teknik ya da teknoloji ile ilgili alanlarda, mühendislikle ilgili bir alanda okumalar yapıp, bunun üzerinde fikir yürütebileceğini; bunun yanı sıra artık bugüne, kendimize ve çağımıza dönmemiz gerektiğini düşünmekteyim. Özellikle biz felsefeciler, bu akıştan ve hızdan kopma yaşamıştık. Biz, tarihin o mutlu ve huzurlu dönemlerindeki güzel felsefe yapmış filozofları konuşarak, bir anlamda felsefe yaptığımızı düşünmekteydik. Bugünkü sorunlar ve problemler bizi aslında çok ilgilendirmiyordu.
2018'de Japonlar tarafından açıklanan, 5.0 neyi gerçekleştirecek? Bunun tehditleri, tehlikeleri, avantajları, dezavantajları nelerdir, fırsatları nelerdir? Bir swot analizi gibi ele alamadık. Biz mühendislerin, fizikçilerin yapay zekâ üzerinde çalışanların, akıllı telefonlarla süper akıllı sistemler kuran bilim insanlarının yaptığını sadece izledik. Yine söylediğimiz gibi, bunlara yalnızca ‘etik ilişkileri nedir?’ diyerek baktık. Örneğin, Michio Kaku, bir ekiple çalışmaktadır. Michio Kaku’yu okuyunca toplu bir okumayla, farklı branşlarda bir takım çalışması yapılabileceğini gördüm.
Fizikçinin, kimyacının, mühendisin, tıpçının olduğu bir grupla, felsefeci, bir konu üzerinde uzun uzun okumalar ve tartışmalar yaparak bir düşünce ve felsefe üretebilir. Bu çağın felsefesi artık böyle olmalıdır. Öte yandan, Hegel gibi din felsefesi yapacak bir çağda değiliz. Yapay zekâyı bir mühendis, tıpçı, felsefeci ve psikologla beraber oturup konuşmak imkânımız ve aynı zamanda zorunluluğu söz konusudur. Fakat bizler de bunun üzerine felsefe yapmalıyız. Örneğin, bu durumun felsefi analizi, Ontolojik ve Epistemolojik olarak konumu nedir? Tüm bunlar, biz felsefeciler tarafından felsefenin ana temasından ve çerçevesinden kopmadan incelenmelidir.
Ünlü düşünür Dr. Michio Kaku diyor ki: ‘İnsanlığı hayrette bırakan iki şey var. Evren ve insan zihni. Bu ikisi tam olarak keşfedilememiştir.’ Bunun yanı sıra, devam ederek muhteşem bir şeyden söz ediyor: ‘Bazen insan ırkının kaderini düşünürken insanlığın kendini yok edeceğine ilişkin uzak olasılıklar kafama takılıyor. Volkanik patlamalar ve depremler insan ırkını lanetleyebilir ama belki de nükleer savaşlar ya da biyolojik mühendislik ile oluşturulmuş mikroorganizmalar gibi insan yapımı felaketlerden korkmalıyız.’
Dolayısıyla; Felsefeyi artık soyut bir tartışma teması olmayan, konusu olmayan, problemi olmayan bir alan gibi göremeyiz. Bugün yapay zekâyı, virüsü, Toplum 5.0’ı, Endüstri 4.0’ı merkeze aldığımız felsefi tartışmalar yapılmalıdır. Biz, ancak bunlar üzerine felsefe yapabiliriz. O zaman felsefe bence bir anlam ifade edecektir. Hep sorduğum şey şudur ki eğer Aristo, bugün olsaydı neleri tartışırdı, neleri felsefi olarak yazardı? Ve belki de avantajımız şudur; o gün belki Aristo, tekti ve bir takım çalışması yapma şansı yoktu. Ama bugün, birçok alanın uzmanları var. Takım çalışmaları ve kolektif çalışmalar ile ortak felsefeler üretebiliriz.
Yorum Sayısı : 0